Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Medeniyet Şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, Tevhid-i Efkâr’da 30 Mart 1922’de yayımlanan “Ezan ve Kur’an” isimli makalesinde çok kıymetli bir hakikate işaret etmektedir: “Bu devletin iki mânevî temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minâresinden okuttuğu ezân sesi ki, hâlâ okunuyor! Selim’in Hırka-i Saâdet önünde okuttuğu Kur’an sesi ki, hâlâ okunuyor! Eskişehir’in, Afyonkarahisar’ın, Kars’ın genç askerleri; siz bu kadar güzel iki şey için dövüştünüz!”
Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden dönüp de Peygamberimiz başta olmak üzere bazı peygamberlere ait “kutsal emanetler” İstanbul’a getirilince manevi atmosferin bir şekil alarak devam etmesi için Has Oda’da Kur’an-ı Kerim okutmuştur. İyi bir hafız da olan Yavuz Sultan Selim’in kendisi başta olmak üzere, 40 hafızın nöbetleşe sürdürdükleri Kur’an okuma uygulaması, uzunca bir süre Peygamber Efendimizin (sav) “Hırka-i Şerif”inin ve sancağının yer aldığı Has Oda’da devam etmiştir.
Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır fethinden İstanbul’a döndüğü 25 Temmuz 1518′den halifeliğin ilga edildiği 3 Mart 1924 tarihine kadar 405 yıl, 7 Ay, 9 gün, bir dakika bir saniye ara verilmeksizin; Topkapı Saray-ı Hümayunu’nun Hırka-i Saadet Dairesi’nde hafızlarca Kur’an-ı Kerim okunmuştur. Hırka-i Saadet Dairesi’ndeki 24 saat Kur’an-ı Kerim okuma geleneğine 1924 yılında ara verilmiştir maalesef!
İlk kez 1980 yılında, Tevfik Koraltan’ın Kültür Bakanlığı döneminde müzenin açık olduğu saatlerde Kur’an-ı Kerim okunmasına karar verilmiştir. Bir müddet sonra bu uygulamaya son verilmiş ve uygulama, 15 Mart 1991’de yeniden başlamıştır.
25 Ekim 1996 tarihinden itibarense Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın talimatları doğrultusunda 24 saat kesintisiz Kur’an-ı Kerim okunmasına geçilmiştir.
1999 yılındaki Topkapı Sarayı’ndan kitap çalınması hadisesinden beri geceleri Hırka-i Saadet Dairesi kilitlendiği için Kur’an-ı Kerim okunmasına yan taraftaki bir dairede devam ediliyor. Gündüzleri de hafızlar, eskisi gibi Has Oda’da okumuyorlar. Dört odadan oluşan Hırka-i Saadet Dairesi’nin Arzhane Bölümüne yerleştirilen bir bekçi kulübesinde okuyorlar.
Fatih Sultan Mehmet, şehre fetih günü girmedi. Fatih, İstanbul’u 27 Mayıs günü fethetti. Ecdadımızın cari âdetine göre, bir şehir fetholunduğunda fethi yapan hünkâr veya kumandan, ancak cuma günü şehre girer, o zamana kadar mahallin camiye çevrilen en büyük kilisesinde cuma namazını eda ederdi. Fatih Sultan Mehmet de 30 Mayıs Cuma günü şehre girdi. Ayasofya Kilisesi temizlenmiş, kubbenin sağlam kalmış kısmının altı namaz kılınacak hâle sokulmuş, muvakkat bir mihrap oturtulmuştu. Fetih’ten sonra kılınan ilk cuma namazı hutbesini İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmet adına okumuş ve burada ilk cuma namazı eda edilmişti. Bu andan itibaren Ayasofya Kilisesi, Ayasofya Camii olmuştu.
Şüphesiz ki İstanbul’un fethinin sembolü, camiye çevrilen Ayasofya’dır. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi dünya ve İslâm tarihi açısından büyük bir önem taşımaktaydı. Çünkü bu durum, hilâlin önünde haçın (salibin) mağlubiyetini, İslâm’ın ve Müslümanların hâkimiyetini simgeliyordu. Bu, bir fetih hakkı ve simgesiydi.
Ayasofya Camii, 481 sene, Kur’an-ı Kerim tilaveti ve ezan sesleri yankıları ile yaşamış; Fatih’in kendi adına kurduğu Fatih Sultan Mehmet Vakfı’nın mülkü olarak cami vasfıyla kullanılmıştı.
1934 yılına ait Bakanlar Kurulu kararıyla cami olmaktan çıkarılıp müzeye dönüştürülen, 1935’te de “geçici olarak” ibadete kapatılan Ayasofya Camii, öz vatanında mahzun, garip ve mahkûmdu 86 yıldır.
10 Temmuz 2020’de Danıştay 10. Dairesi, vakıf malı olan, “mermerlerinin nabzında çarpan tekbirleri”, Kur’an ve ezan seslerini yeniden duymak hasreti içinde kıvranan Ayasofya’nın vakfiyesine uygun bir şekilde cami olarak kullanılması gerektiğine hükmetmiş ve Cumhurbaşkanımız da siyasi olarak bu hükme uygun resmi yazıyla Ayasofya’nın aslına, tabii haline dönüştürülmesiyle ilgili son kararını vermiştir elhamdülillah. Fethin ve Fatih’in emaneti Ayasofya, 86 yıllık hasretten sonra hürriyetine kavuşarak yeniden cami oldu. Böylece o kutlu Fatih’in bedduasından da kurtulduk şükürler olsun.
Mesele, namaz kılınacak mescit sahibi olmak değildir. Ayasofya, millî egemenlik meselesi ve davasıdır. Emanete sahip çıkılarak Hak, batıla galebe gelmiştir bu meselede. Millet ve ümmet büyük bir özgüven, inanç, umut kazanmıştır.
İstanbul’u “İslambol”, Kostantinopolis’i “belde-i tayyibe (temiz şehir)” yapan alperenlerin sahip olduğu “i’lâyı kelimetullah” mefkûresiyle “fetih” ruhuna sahip “mâsum Anadolu´nun sâf çocuğu Sakarya”; ayağa kalkarak Ayasofya’nın misyonuna uygun sistem, insan, toplum ve dünya inşa etme hususunda daha bilinçli, azimli, cesur ve vakarlı bir mücadele sergiler inşallah.
Bayrak Şairi Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’ında muhteşem ifade ettiği gibi: “Delikanlım! İşaret aldığın gün atandan! / Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan! / Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan! / Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; / Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”